Kişinin Beyanı Esastır Ne Demek? Biraz Derinlemesine İnceleyelim
“Kişinin beyanı esastır” dediklerinde, kulağa pek masum bir ifade gibi gelebilir, değil mi? Hani, kimseye inanmıyor ve her şeyin doğruluğunu sorguluyoruz ya, bu kural tam olarak buna hizmet ediyor. Ama bir dakika, işler biraz daha derinleşiyor. Gerçekten her beyan esas mı olmalı? Yani, kişi söylediği her şeyde mi haklı? Gelin, bu sözü biraz tartışalım. İzmir’de yaşayan bir genç olarak, sosyal medyada her şeyin çabuk yayıldığı, doğruluğundan emin olamayacağımız tonlarca bilginin olduğu bir dünyada, “Kişinin beyanı esastır” demek, ne kadar adil ve doğru? Benim gözümde bu ifade, hem bazı açılardan hayat kurtaran hem de başka açılardan rezaletle sonuçlanabilecek bir durum.
Kişinin Beyanı Esastır: Güçlü Yanlar
Öncelikle şunu kabul etmek gerek: “Kişinin beyanı esastır” ilkesi, adaletin tecelli etmesine katkıda bulunan çok önemli bir kuraldır. Bir kişi, kendi hakkındaki bilgileri ve durumu en iyi şekilde bilebilir, değil mi? Herkesin kendi yaşadıklarını başkalarına anlatırken yaşadığı duygular, düşünceler farklıdır. Kimseye yüklenmeden, hakkı olanı savunma noktasında kişisel beyanların ne kadar güçlü bir araç olduğunu kabul ediyorum.
Ayrıca, bu ilke, genellikle hak arayışında olan insanlar için büyük bir şans. Mesela, mahkemelerde ya da resmi yazışmalarda, bazı davalarda kişi kendi ifadesini verir ve bu da kabul görür. Yani, örneğin şiddet mağduru birinin, yaşadığı olayları anlatması ya da bir iş kazası geçiren kişinin şikayetini bildirmesi gerektiğinde, kişinin beyanı önemli bir delil oluşturur. Bu noktada, kişiye güvenilmesi, adaletin düzgün işlemesi için kritik bir yer tutar. Ne de olsa, doğruyu söyleyenin sesini duyurmak, doğruyu bulmak için büyük bir adımdır.
Bunu, kötü niyetli biri tarafından kötüye kullanmaya kalkışanlara karşı “gerçekten mağdur olan” kişilere sağlanan bir avantaj olarak da görebiliriz. Sizin hayatınızda başınıza gelen bir durumu anlatacak başka biri olsaydı, hikayeniz o kadar doğru şekilde anlatılamazdı. Kişinin doğruyu söyleme hakkını elinden almak, aslında adaletsizlik olurdu, değil mi?
Kişinin Beyanı Esastır: Zayıf Yanlar
Şimdi gelelim bu ilkenin bir başka yüzüne: Her şeyin kişisel beyanlarla geçiştirilmesi, her zaman doğru sonuçlar doğurmaz. Şöyle düşünün: Birine göre gerçek bu, bir diğerine göre başka bir şey. İnsanlar öyle bir yaratık ki, duyguları bazen gerçeklerin önüne geçebiliyor. Bu, özellikle sosyal medya çağında, her şeyin çok hızlı yayıldığı ve sadece “beni dinleyin” mentalitesiyle her konuya atladığımız bir dönemde daha da önemli. Mesela, sokakta bir kavga oluyor, her taraf birbiriyle bağırıyor ve ortada kimse yokken herkesin bir “gerçekliği” var. Biri diyor ki “ben haklıyım, o bana bağırdı”, diğeri “ama ben haklıydım, o bana vurdu”. Sonuçta, beyanların esas olduğu bir dünyada, gerçekler çarpılabilir, bir kişinin beyanı bir başkasının önüne geçebilir. O zaman sorum şu: “Adalet sadece kişisel beyanla mı sağlanmalı, yoksa başka araçlar da var mı?”
Ayrıca, kişisel beyanı esas almak, bazen yanlış bir yola da sürükleyebilir. Mesela, bir insanın yanlış bir beyanla başkalarını suçladığını düşünün. Hadi, sosyal medyada sıklıkla gördüğümüz “ifşa” kültüründen bahsedelim. Birisinin hayatına dair bir iddia ortaya atılıyor ve hiç bir sorgulama olmadan, kişiler o iddiayı doğru kabul ediyor. İşte bu noktada, “kişinin beyanı esastır” ilkesi, toplumsal kaosa yol açabilir. Çünkü, “herkesin söylediği doğru” olduğu için, gerçekler bambaşka bir şekilde yanlış yöne gidebilir. Yani, yanlış bir beyanda bulunan biri, sadece kendi çıkarları için başkalarını kolayca manipüle edebilir. Gerçekten bu kadar saf olmalı mıyız?
Kişinin Beyanı Esastır: Toplumdaki Yeri ve Etkileri
Şimdi, biraz daha geniş bir açıdan bakalım. “Kişinin beyanı esastır” ilkesinin toplumsal etkileri, kişisel beyanların önemini kabul etmekle birlikte, çok da tehlikeli bir noktaya gelebilir. Bu durum, toplumsal huzursuzluk yaratabilir, özellikle de her bir bireyin doğru ya da yanlış söylemlerinin öne çıktığı bir ortamda. Örneğin, günümüzde medyada hızla yayılan yalan haberler, tek bir kişinin beyanına dayandırılarak çoğu zaman sosyal medya üzerinden dünyaya duyuruluyor. Sonuç olarak, bu beyanların esas alınması, toplumsal kutuplaşmayı daha da artırabiliyor.
Bir de şöyle bir soru var: “Kişinin beyanı esas alınırken, bir diğerinin hakları nasıl korunur?” Mesela, bir kişi beyan etti ki “Beni haksız yere suçladılar”, peki ya karşı taraf? Onun beyanı da esas alındığında, gerçeklik hangi noktada başlıyor? İşte bu sorular, kişisel beyanın esastır olmasının belirsizlikler oluşturduğunun bir göstergesi. Yani, o kadar da net değil!
Sonuç: Beyanlar Gerçekliği Yansıtabilir Mi?
“Kişinin beyanı esastır” ilkesinin hem güçlü hem de zayıf yanları var. Her bireyin kendi gerçekliğini savunması çok önemli, ancak aynı zamanda bu beyanların ne kadar doğru olduğu sorgulanmalı. Bugün dünyada kişisel beyanlar birçok konuda adaletin önünü açsa da, aynı zamanda toplumsal düzeni bozan, yanlış anlamalara sebep olan bir etkiye de sahip olabiliyor. Öyleyse, “kişinin beyanı esastır” demek, gerçekten her zaman doğruyu bulmak anlamına gelir mi? Bunu düşünmek gerek. Belki de bir şeyin doğruluğunu sadece tek bir kişi değil, toplum olarak hep birlikte sorgulamalıyız. Ne dersiniz?